Amerika


Aslında uzun uzun yazacaktım bu sabah en son anlattığımdan beri neler olduğunu. 
Gerçekten buydu sabah uyandığımda niyetim. Sonra ablamı aradım. Evlenme teklifi almış ben Amerika ‘dayken. Nişan organizasyonlarını konuşurken oda telefonu çaldı. 

Arkadaşlar golf oynamaya gidiyormuş. Beni de çağırdılar.

O yüzden kusura bakmayın yani akşama yazarım uzun uzun umarım 😉

 

PS : nazar değdirmeyin ama çok çalıştım fuar boyunca 🙂 

Amerika ‘da olanlar bitenler şunlar bunlar


Selamlar selamlar,

Ne zamandır tekrar gitmek istediğim Amerika ‘da yaşadıklarımı, yaptıklarımı hem kendimle hem de herkesle paylaşmak için bloguma yazayım dedim. Ortaya da bu yazı çıktı 🙂

En nihayetinde bir türlü ayak basamadığım Amerika ‘ya vardım. (bilen bilir daha önce bir defasında şirket için gidecekken görevim ertelenmişti. Bu sefer görev ertelenmesine fırsat vermeden aldım biletimi kendim geldim)

Efendim biz –Ben ve Mehmet Abi (müdürüm olur kendisi) – Atlantaya vardık. Yolculuğumuz biraz şaşırtıcı biraz da komikti ki bu yüzden size bu blogu yazmaya karar verdim. Ben ve Mehmet Abi zed bilet ile atlantaya gidiyoruz. ZED bilet özet olarak, havayolu şirketlerinin çalışanlarının bir başka havayolu ile katedilen mil başına ücretlendirilen ucuz bir bilet alabilmesi demek.

Ben de Mehmet Abi’ nin gazına gelerek normalde IST – New York – Atlanta olan biletimi Lufthansa’ nın IST – Frankfurt – Atlanta olarak değiştir. Daha da gaza gelip Frankfurt – Atlanta bacağını Business class olarak aldım. (hep Mehmet Abi verdi gazı) Ama olay çok şahane. Bilet fiyatı 60-70 lira farkediyor ama farkettiğine değiyor. Lakin çok garip kuralları var bu Business ‘in. Ben gayet spor, laylaylom uçak kıyafetlerimle Atatürk HVL ‘nında uçağa bindim Frankfurt ‘a indim. Her şey süper güzel ama arkadaş Almanlar havalimanı değil, Bürokrasi inşaa etmişler resmen. Hayır Almanya ‘ya da girmeyeceğiz. Yok istemiyoruz, geçip gideceğiz desek de yok olmaz diyerek bizi tekrar X Ray cihazına soktular. Bu vesileyle yolculuğun başından beri 3. X-rayimden geçtim.

Böyle şeyler sorun değil tabi, bünye alışmış her sabah ofise girerken radyasonu almaya o yüzden günde 3 doz koymaz diyerek, hiç ötmeyecek şekilde çıkardım bütün eşyalarımı bekliyorum sıra gelsin diye. Ama işte Alman Bürokrasisinde sıra gelir mi? X Ray kuyruğu var deli gibi. Millet uçağı kaçıracak bunlar birbirlerine ekran gösterim ‘istişare ediyorlar’. Bir de dedektörden geçer de ötersen var haline. Bir amcam var (artık dede olmuş, torunun çocuğunu sevecek yaşa gelmiş) gel diyo seni bir kabinin içine sokuyor. Kabinde sadece kafan görünüyor ve öyle bir arıyor ki seni, kafanda dolaştırıyor o dedektörü sanki diş kaplamana bomba soktun da uçak patlatacaksın.
Mehmet Abi ‘den önce ben girdim dedektöre. Ama nasıl kendimden eminim. Alışığız biz ötmez derken bızz ettik mi.. Neyse aldı adam kabine. Ben bir yandan Mehmet Abi ye bakıyorum, bir yandan da adamın komutlarını dinliyorum.

Yanlış anlaşılmasın ben işini severek yapan insanlara inanılmaz saygı duyar hatta sempati beslerim. Ama bu kadar da dokunulmaz ki arkadaş. Hayır Dedektör zaten dokunuyor neden bir de elle kontrol ? Bir de yaparken sırıtmıyor mu? Ben Mehmet Abi ye bakıyorum, Mehmet Abi gülüyor ben gülmemek için zor tutuyorum kendimi dedem yanlış anlayacak diye. Önün dön, arkanı dön derken bitti o süreç. Mehmet Abi beni gördükten sonra çıkarttı ayakkabılarını hemen. Güvenlik gerek yok spor ayakkabı bunlar dese de Mehmet Abi ‘I don t wanna be like this guy’ diyerek dedemin sevgi dolu iş yapmasından kurtuldu.
Bu X-Ray süreci de bitti ohh. Ben zannediyorum ki, Business ‘ım ya, gircem Lutfhansa Bizinıs Launj ‘ına yicem de yicem. Ama yok senin biletin ucuz dediler sokmadılar lounge ‘a L Paran kadar konuş muamelesi yani. Neyse biz de Mehmet Abi yle havalimanı içindeki gayet ‘fenciy’ bir italyan restorantında kahvaltımızı ederek 3 saat sonra kalkacak uçağımızı beklemeye başladık. Siparişimizi alan Hakan, Almanya ‘da doğmuş büyümüş. Bozuk bir türkçesi vardı ama Türk misafirperviliğini ve ilgisini eksik etmedi bizden. O küçük restorantta 3 Türk çalışanı gördüm ve bu da çok hoşuma gitti. (Tespit ; Almanya ‘daki İtalyan Restorantında çalışan Türkler = Global Dünya) Ne kadar uzaklarda olsak da aynı dili konuşmak iki memleket muhabbeti yapmak beni biraz ‘ah ne kadar uzaklara gidiyoruz valla ahh ki ne ah’ depresyonuna soksa da mozeralle peynirli lezzetli sandeviçim bu duygusal hallerimi hemen geçiştirdi.
Yemeği bitirince check-in kısmına gittik ve sohbet muhabbetle beklemeye başladık. Bir ara Mehmet Abi Business da yer var mı diye sormaya gitti. Döndü bir geldi takım elbise olmuş. Bana ‘Eğer resmi giyinmezsen uçağa almıyorlar’ dedi. Başta kafa buluyor zannettim ama nasıl yani falan diye sorunca işin aslını öğrendik. Meğer ZED bilet anlaşmasında yazıyormuş. Sen ZED bilet ile şirketi temsil ettiğin için buna uygun giyinmez zorundaymışsın.

Mehmet Abi sağolsun kurtardı beni 🙂 . Dedi ‘Sırt çantanda ne var giysi olarak?’ Bir şey yok. Açtı hemen kabin bavulunu bir pantalon bir gömlek verdi. Hemen tuvalette değiştim üzerimi ama tabi çoraplar hala spor ve hala bembeyaz 🙂 Tam apaçi ötesiyim havalimanında 🙂 ‘Beyaz çorabı görürlerse almazlar’ diye dalga geçti Mehmet Abi ama ben yine temkinli olarak, zaten belimden düşen pantalonu iyice aşağıya indirip çoraplarımın görünmesine izin vermeyerek yavaş yavaş yaklaştım Check-in e. Sonrası da mutlu son. Güzel Güzel Bizınıss Klass uçtuk. Standart biletler 4800 Euro falan (inanmayan baksın lufthansa sitesinden. Ben de inanamımıştım 🙂 ) ama o kadar paraya değmez tabi ama inanılmaz rahat seyahet ettik ve güzelce Atlanta ‘ya indik

IMG_1855

Şimdilik bu kadar benden. (zaten amma uzun yazmışım!! Piyuuu!! Buraya kadar okuyana helal olsun. Sıkılıp bırakanların da canı sağolsun. Ben dönüşte özet geçerim 😛 )

 

Sevgilerle elinizi sıkar, yanaklarınızdan öperim.

Açılmayan Kapılar


#Gerçekte bir Hikaye…

İşte bir tane daha çizmişti. Bir kare üstüne bir üçgen. Sonra da bir kapı. Karenin tam ortasına. Ne bu diye sordular. Cevap vermedi. Suskundu o günden beri…

Hep bunu çiziyor dedi annesi endişeli sesiyle. Uzun zamandır karamsardı zaten annesinin sesi. Artık gözlerine bakması gerekmiyordu bunu görmesi için. Umut vardı ama bir zamanlar. Işıldardı annesinin kara gözleri babasıyla birlikteyken…

Bir tane daha çizdi.

O gün… Continue reading

düşleme.


# 3N dersleri öncesi…

Akşam yatağa girdiğimde o günü tekrar yaşıyorum kafamın içinde. Söyleyemediğim, o an aklıma gelen gelmeyen ama fırsatını bulamadığım ya da cesaretimi toplayıp da haykıramadığım cümleler o kadar büyüyorlar ki, o kadar rahatsız ediyorlar ki beni. Anlatamam.

Kafamda hep o ana dönüp söylüyorum kuramadığım cümleleri.

Tekrar tekrar, sırasını, tonlamasını değiştirerek yaşıyorum düşümde aynı anı. Ve her tartışmadan hep ben galip çıkıyorum bu kurgulama hayallerimde. Ama hayallerimden bile mutsuz çıkıyorum gerçekliğe.

Düşlemek mutlu ederdi bir zamanlar. Daha doğrusu mutluluk verici hayaller kurabilirdim zaman zaman.

Şimdiyse sadece geçmişimi değiştiriyorum hayallerimde, geleceğimi kurgulamaktansa.

Ne zaman bu kadar yaşlandım?

Özgür


Törpülemek mi sivrileştirmek mi?

Neden katlanıyoruz bunca sıkıntıya,
Yaşadığımızı hissetmek için mi?

Akışımda yapmak istiyorum her şeyi
Ama akıp gitmekten korkuyorum.

Özgür olmak istedim.
Şimdilerde özgür olmayı, pervasız olmakla karıştırıyorum.

Ayrılık


Ayrılık

-Neyi değiştirir ki? Neticede bizden bir bok olmayacak.

-Yine de endişeleniyorum senin için.

-Hayır acıyorsun bana. Ağladığım için acıyorsun. Yo yo aslında ağlamama sebep olduğun için pişmanlık duyuyorsun. Bu yüzden ilgin

diye bağırdı. Hıçkırıklarla karışmış nefes alışverişinden tam anlaşılmıyordu sesi.

Şirin olduğunu düşündü öteki. Şirindi çünkü dürüsttü. Dürüstlüğüyle herkesten özenle sakladığı masumiyetini ele veriyordu. Daha önce onu ne masum ne de ağlarken görmüştü.

‘Dur gitme’ diyerek sarıldı boynuna.

Yapmayacaktı böyle şeyler. Daha buraya gelmeden konuşmuştu bunu kendisiyle. Geçip ayna karşısına, dimdik bakarak gözlerinin içine bir söz vermişti. Ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın ayrılırken uzak duracaktı ondan. Hep koruyacaktı mesafesini. Ama olmadı. Bu sefer de olmadı…

Hayatın karşısında, istemsizce büyümek zorunda kalmış ama içindeki çocuğu hep korumuş bu insanın masumiyetine kanıp, ona sarılırken vicdanı için için suçluyordu kendisini tutamadığı sözlerin neticesinde.

‘Bırak beni. Yoksa hiç ayrılamayacağız. Lanetli gibiyiz. Kavga edip barışıyoruz devamlı. Bırak beni gideyim. Bu son olsun. Dayanamıyorum.’

Bırakmadı. Bırakamadı… Korkuyordu. Ama ne bırakınca geri dönmemesinden ne de onsuz kalmaktandı korkusu. Başka biri olsaydı, olabilseydi hayatında yine bu kadar tanıdığı, bu kadar alıştığı, hemen oracıkta terk eder, bakmazdı bile arkasına. Ama yoktu işte. Asla olmama ihtimalinden, hayatının geri kalanında hep tek başına uykuya dalmaktan korktuğundan bırakamadı… İçinde kabaran korkuların göğsüne verdiği baskıyla koyverdiği nefesini şekillendirdi dilinde;

‘Özür dilerim’

Ve yetmezmiş gibi devam etti sırtında taşımaya alıştığı korkuların vurduğu kamçıyla

‘Bir daha olmayacak. Seni bırakmayacağım bir daha’.

Ve doya doya sarıldılar birbirlerine.

Kendi içlerinde bilmeseler de; Birbilerini kaybetmekten değil, kendileriyle başbaşa kaldıklarında yüzleşmek zorunda olduklarından korkuyorlardı.

TATLI


tatlıTepsideki son tatlıyı servis edeceği tabağa koyarken istemsizce annesinin küçükken ona hazırladığı tatlıları hatırladı.

Soğusun diye pencere kenarına koyduğu tepsiden ilk tatlı parçasını hep O aşırırdı. Damağını enfes bir tatla şenlendirdikten sonra suç aletini bir güzel yıkar ve bulaşıklığa koyardı. Pencereye yaklaşarak dışarıya bakıyor gibi görünerek de olsa tatlıya göz atma niyetinde olan büyük kardeşiyse tatlıdan bir parça eksildiğini görür ve hızlı adımlarla mutfağa geçip daha yeni yeni yıkanmış çatalı bulaşıklıktan alarak yine hızlı ama bu sefer dikkat çekmeyen adımlarla tatlıya yaklaşır, “Nasılsa günah bütünlüğü ilk bozanındır” der, çatalı batırırdı.

Dört kardeştiler. Kimsenin kimseye hakkı geçmeyecek şekilde yetiştirmişti anneleri. Bu yüzden Continue reading


Şu nefes, şu ses;

 

Başkasını öğrendikçe daha gür, daha baskın çıkar. Yutar diğer sesleri ve duymak istemez kendinden başkalarını

ne zaman ki kendini öğrenir sessizleşir, kendi içine daha çok kulak verir

sessizliğin içinde duyar kendini, dinleyebilir başkalarını.

Ses etmez ama başkalarına.

Anlar çünkü herkesin doğrusunun kendi içinde olduğunu.

Ey nefs,

Sessizleş ki duyabil kendini,

kapa gözlerini ki görebil gönül gözünle

ve itiraz etmeden, yargılamadan, çıplak halinle bakabil kendine ve berikine.